Marksizme Giriş: Patronların ve Direktörlerin Emeğe Yabancılaşması
Arz-talebe göre fiyat belirlemek, ücret ayarlamak gibi mevzular yeterince "materyalist" olmadığı için belirsizliğe mahkûmdur. Bu belirsizlik haliyle "bilimsellik" gibi sıfatlardan da mahrum olmak manasına gelmektedir.
İşçi ve patron arasındaki maaş farkının saçmalığı yalnız işçiyi değil, patronu da paranoyaklaştırır. Genel olarak bütün hayat kalitesi zenginlik dolayısıyla artmış olabilir. Zira patronun aldığı ücret, ürettiği mal veya hizmetlerin değerinden, tabi varsa, oldukça yüksektir. Oysaki bu çelişki yalnızca vicdani ve kapitalist bir sorun olmaktan da ötedir. Aynı zamanda kötü bir psikolojik koşullanma içerir.
Burjuva aslında günümüz manasıyla bir komutan görevi görür. Bizzat savaşmaz, cephe arkasından erlere savaş der. Çünkü kendi canı oldukça değerlidir. İşte patron mentalitesi de bu yeni nesil komutan prototipine benzer. Asıl işi yapmaz ama en kârlı o çıkar. Bunu "doğal" bir şeymiş gibi sunarak meşruiyet arar.
Bu patron eğer ki "sadece" işverense, yani işyerinin sahibiyse, ne bir mal ne de bir hizmet üretmiş demektir. Aldığı maaş tamamen işçinin sömürülen emeğine ve zamanına dayanır. Halbuki bu patron, bu paranın kendisi tarafından emek verilerek ve zaman harcanarak kazanıldığı konusunda oldukça emindir. Kendisi bunun için zaman ve emek verdiğini düşünmesine rağmen "realite" kendisini amiyane tabirle toprak ağası olarak niteler.
Bu toprak, kamusal olması gerektiği halde kapitalist düzenin içinde "özel mülk" olarak kabul gördüğünden dolayı "herkes" bu aracı kullanmaktan acizdir. Yani birileri çalışmak için bu özel mülk sahibiyle anlaşmalıdır. Bunun için de kendi emeğini ve zamanını patronlara satar. İşte patron, realitenin sunduğu şekilde, bir tür "paraziti" sembolize etmektedir. Patron işçilerin emeğini ve zamanını sömürerek yaşar. Hatta patronun ürettiği mal veya hizmeti, halbuki böyle bir şey yoktur, anlamlandırabilmemiz için bir emek ve zaman söz konusu olmadığından dolayı bu imkânsızdır.
Bir de patronların "küçük (petty) burjuva" hali vardır. Örneğin direktör, küçük burjuvayı sembolize eder. Patron ev sahibi, işçi kiracı ise direktör burada emlakçı görevi görmektedir. Yani aracılık yapar ve aracı olarak "komisyon" alır. Bu direktörün işi, işçilere ne yapılması gerektiğini söylemektir. Kabul edilmelidir ki direktör, işveren gibi hiçbir şey yapmadan kazan(a)maz. Yani bir üretim vardır. Bu üretime ise "hizmet" diyoruz.
Hizmet üretmek, meta üretmeye göre oldukça idealdir. Yani verilen emek "tam olarak şudur" şeklinde açıklanamaz. Sosyalist bir devlette bunu memuriyet ile sağlarız. Fakat bu bile devletin aldığı tüm vergilerin yüzdelik olarak belirli bir kısmının paylaşılmasından ibaret olduğundan dolayı tam olarak "emek-zaman" ile ilişkili değildir. Bunu sorunu daha açıkça ifade etmem gerekirse memur maaşlarının kıdeme göre değişmesi ama emeğe göre değişmemesi günümüzde bu durumun açıklar niteliktedir.
Haliyle direktör, kapitalizmin gayri-bilimselliği içerisinde kendi emeğini anlamlandıramaz. Zira yaptığı şey ana iş yani meta üretimi değil, meta üretimini koordine etmesinden ibaret olduğu için aldığı maaşın daha yüksek olması çelişkilidir. Cephe arkasından erlere savaş demek, bizzat savaşmaktan daha zor olmadığından bu durum anlaşılmaz bir durum yaratır.
Bu durum direktörü "cephe arkasından erlere savaş demek, bizzat savaşmaktan daha zor" mentalitesine iter. Yani yaptığı iş, ana işten daha kolay olmasına rağmen psikolojik olarak kendisini bir işçiden daha fazla yıpratır. Şöyle ki, işçi zaten gerçek manada "fiziken" yıpranmıştır. Direktörse kendi işini daha zor ve önemli zannettiğinden dolayı kendisini bir işçiden psikolojik olarak daha fazla yıpranmış hisseder.
Aynı durum işveren patron için de geçerlidir. Sabah haberlerini izlemek ve sosyete içinde takılmak patronu psikolojik olarak işçinin fiziki olarak yorulmuşluğundan daha fazla yorar. Çünkü yaptığı iş kendisine göre olmazsa olmazdır. Yani sabahtan akşama kadar meta üretimi yapan işçiden bile daha fazla yorulmuş hissetmesi zaman içinde pek doğal bir hale evrilmiştir.